1. Kendi toprağında egemen olmayanlar, sadece kendilerine hükmedenlerin keyfi katliamlarına uğramazlar; aynı zamanda zinciri ne zaman parçalamaya çalışsalar bozguncu, eşkıya, hain yahut terörist olarak suçlanırlar. Kendi vatanlarında dört devlet tarafından esir edilmiş Kürtler’in yüzlerce yıllık öyküsünü bu şekilde özetlemek mümkün. Geride bıraktığımız birkaç ay içinde Kürdistan’ın tüm parçalarında yaşananlar bu yüzlerce yıllık öykünün çarpıcı bir dışa vurumu oldu.
  2. On sene önce Roboski’de kendi topraklarında ticaret yapan Kürt köylülerini katledenler, bugün de Zaxo’da çocukların üzerine havan topu yağdırdılar. Dün kaçakçıların arasına teröristler sızdı diyen Türk hükümeti bu sefer de, “biz sivil öldürmedik, sivilleri teröristler öldürdü” diyerek kendini savunmaya çalışıyor. Böylelikle Türk devleti sivil kabul etmediği, egemenliğini tanımayan Kürtleri öldürmeyi meşru bir hak olarak gördüğünü ilan etmiş oluyor. Başur’a bölgedeki Kürt yönetiminin egemenliğini hiçe sayarak bomba yağdıran tek devlet Türkiye değildir. Daha birkaç ay önce, 13 Mart’ta, İran füzeleri Hewlêr’i vurmuştu. Başur’daki bölgesel yönetime gözdağı vermeyi amaçlayan bu saldırının bahanesi de İsrail’in terörist faaliyetlerine engel olmaktı. Belli ki kendi kaderini tayini yasaklanmış Kürtlerin toprakları, ezen ulus devletleri açısından diplomatik, askeri hesaplarını gördükleri bir av sahası niteliğini taşıyor.
  3. Geride bıraktığımız üç ay, aynı zamanda Bakur’da son on yılın belki de en pervasız operasyonu düzenleniyor. “Bu sefer bitirdik” hezeyanları bir yana, savaşın yürütülüş biçimi aslında Türk devletinin kendi pozisyonunu ele vermektedir. Türk devleti artık sözleşmeli askeri personeline bile güvenmeden, insansız robotlara yaslanarak sürdürmektedir savaşını. Vietnam yenilgisinden sonra bu savaş tekniğini icat etmeye mecbur kalan ABD Irak’ta, Afganistan’da, Pakistan’da ne kadar muzaffer olmuşsa; onun ikinci sınıf kopyası da o kadar muzaffer olacaktır. Bakur’daki teknolojik imkanlara bel bağlanarak sürdürülen savaş Türk devleti’nin kendi başına sürdürdüğü bir savaş değildir. İran ve Irak hükümetlerinin onayı ile sürmektedir. Aynı zamanda bu saldırılar Rusya’nın ve ABD’nin bölgedeki seçimlerinden de bağımsız değildir.
  4. Suriye’nin işgali altında olan Rojava’nın en batıdaki kolu Afrin uzun bir süredir Türk devletinin işgali altındadır. Burada da işgalde belirleyici olan Türk ordusunun askeri yeteneğinden çok Rusya’nın ve ABD’nin onayıdır. Şimdi de Ukrayna savaşını fırsat bilen Türk hükümeti Fırat’ın doğusuna bir operasyon izni koparmaya çalışmaktadır. Hükümetin bu operasyonu bir iç siyaset malzemesi olarak kullanmaya çalıştığı, tantanasını operasyondan daha çok önemsediği ve herhangi bir devletin henüz yeşil ışık yakmadığı doğru olsa da Afrin örneği işgalci devletlerin ya da onların hamilerinin Kürtleri savunmasına bel bağlanamayacağını göstermiştir. Nitekim tekrardan canlandırılmaya çalışılan Astana süreci ile İran ve Rusya’nın desteği ile Kürtlerin başına çorap örme girişimleri hız kazanacaktır.
  5. Senendec’te “Bijî Kurdistan!” diyen Reisi’nin Cumhurbaşkanlığı yaptığı İran 2017 referandumunun ardından Kerkük’ü işgal ederek Hewlêr’e doğru yürüyen bir numaralı güçtü. Şimdi de Rojhilat’ta Kürt katliamlarına idamlarla devam ediyor. Sadece geçtiğimiz Haziran ayında 12 Kürt idam edildi.
  6. Kürdistan’ın farklı parçalarında farklı devletlerin birbirleriyle kâh işbirliği yaparak kâh rekabet ederek yürüttükleri bu saldırılar Kürtlerin değil onları boyunduruğa vurmuş ezen ulus devletlerinin çaresizliğini ve çıkışsızlığını anlatıyor. Dört bölge devletinin dördü de büyük siyasi krizlere gebe yahut bu krizlerin içinde çalkalanırken Kürdistan’ın her parçasında Kürtlerin bağımsızlık arzusu büyüyor; farklı Kürt hareketlerinin ellerindeki diplomatik, siyasi, askeri imkanlar artıyor. Bu koşullar altında Kürtleri geleneksel usulde esir etme imkânı kalmamıştır. Kendi iç sorunları nedeniyle tümüyle baskıcı karaktere bürünen yahut bir iç savaş içinde yarılan bu rejimler bir yandan Kürtleri kendi iç sorunlarını çözmek için kâh düşmanlaştırarak kâh bir koltuk değneği olarak yaslanarak kullanmak istemekte, ama her girişimin sonunda Kürtlerin üzerine daha saldırgan bir biçimde gitmektedirler.
  7. Bu siyasi tablonun kendisi Kürtlerin bağımsızlığını kazanması için ulusal birliklerini sağlamaları gerektiğini, açık seçik Kürdistan’ın dört parçasının birliğini ve bağımsızlığını hedefleyen bir ulusal iddiayla siyaset sahnesine girmesini şart koştuğu kadar; Türkiye, Irak, Suriye ve İran’da işgale karşı bir mücadele yürütmenin önemine ışık tutar. İşgalci saldırganların savaşma azminin kırılması Kürdistan’ın bağımsızlık mücadelesinin önünü açacak, zafere ulaşmasını kolaylaştıracaktır.
  8. Kürdistan’a egemenliği yasaklayanların karşısına dikilmek aynı zamanda Türkiye’de, İran’da, Suriye’de ve Irak’ta demokrasi mücadelesinin olmazsa olmaz koşuludur. Zira Kürtlere yönelik saldırılar, kampanyalar aslında aynı zamanda bu rejimlerin kendi baskıcı yapılarını tahkim etme hamleleridir. Bu bakımdan Kürtler kendilerine hiçbir uluslararası destek gelmeden sadece kendi güçlerine dayanarak belki bağımsızlıklarını kazanabilir ama Kürdistan’ın bağımsızlığına, kendi devletinin işgaline kayıtsız kalanların Türkiye’de, İran’da, Irak’ta ve Suriye’de demokratik bir ülkeye kavuşması mümkün değildir. Tam da bu nedenle işgale ve işgali somutlayan saldırılara karşı durmak sadece Kürdistanlıların değil, dört gerici bölge devletinde sahiden demokrasi ve özgürlük isteyen tüm güçlerin ödevi olmalıdır.
  9. Uluslararası Kürdistan Konferansı Hazırlık İnisiyatifi bu siyasi tablo içinde söz almaktadır. Çağrısı, Kürdistan’ın bağımsızlığının sadece Kürdistanlıların değil başta Ortadoğu ve onunla sınırlı olmayarak tüm dünyadaki ezilenlerin özgürleşmesinin olmazsa olmaz koşulu olduğunu görenleredir.